Reklamı Geç
5 saniye kaldı
SANİYELİ REKLAM SOSYAL MEDYA TAKİP ET
QR KODU site sol kule
sağ dik reklam tweter takip et

26 Nisan 2024, Cuma

BEŞİKTAŞ MEDYA GRUP - Uluslararası Basın Yayın Platformu

Asker mektupları ile Çanakkale Savaşı

Asker mektupları ile Çanakkale Savaşı

Bugün 18 Mart Çanakkale Zaferi'nin 108. yıl dönümü... Yüzbinlerce askerin şehit olduğu savaşta, kahramanca savaşan askerlerin mektuplarını derledik. Medyadan edinilen bilgilere göre; Çanakkale Savaşı'nda Türk ve Anzak askerlerinin çarpıcı mektupları...

"BENİ UNUTMAYINIZ  BU HARPTE ÖLSEM BİLE"

"Aziz dostum,

Son kartınız Maydos'a Fethinin bir zarfı içinde geldi. Siz ki her şeyden haberiniz olduğunu iddia edersiniz. Siz ki benim hayatımı takip etmekten memnun olmak istersiniz. Nasıl oluyor da benim muharebe meydanında bulunduğumu öğrenemediniz? Bunun, benim hatam olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Tabii, değil mi, cidden hayret ettiniz sanırım. Ben Maydos'ta bulunur, gece gündüz düşmanla savaşırımda aziz dostum Corinne bunu bilmez ve kartlarıyla mektuplarını bermutat Sofya'ya gönderir, bunları da benim yerime hep Fethi Bey alır.

Vaziyet Çanakkale Boğazında biraz buhranlı bir hal kastedince, aziz dostunuz Nuri'nin eski mevkii olan Tekirdağ'a gidip orada bulunan bir fırkamızın kumandasını üzerime almamı isteyen gayet müstacel bir telgraf aldım. Yeni dostlarıma veda bile edemeden Sofya'dan ayrıldım. Biliyordum ki bu benim tarafımdan bir nezaketsizlikti.

Mısır'a gitmeden ve Kudüs'te ıstırahate karar vermeden evvel sizde bir akşam yemeği yiyen ve size hararetle veda eden Nuri hiçbir zaman benim gibi hareket etmek istemez. Neyse, 24 saatte Tekirdağ'ında hazırdım ve bir fırka teşkili ile meşgul oldum. Sonra teşkil ettiğim fırka ile Maydos'a gitmek ve orada bulunan bütün kuvvetlerin kumandasını deruhte etmek emrini aldım.

Bu kuvvetler Çanakkale Boğazını müdafaa eden, takriben iki topçu fırkasıydı. İki aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı'nı müttefiklerin ihraç teşebbüsünde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı müdafaa ediyorum. Bu ana kadar aziz Corrine, hep muvaffak oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki daima da muvaffak olacağım. Burada benim ismimin duyulmasına hayret etmemeli, çünkü ben mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuşa şeref kazandırmayı tercih ettim.

Tabii şüphe etmezsiniz ki muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi muharebelerin saflarında Mehmet Çavuşu bulanda o idi. Corrine, Sofya'dan ayrıldığımı ve burada bulunduğumu size niçin haber veremediğimi bana sormayınız.

 Anlayamazsınız ki çok ciddi bir şekilde meşgulüm ve şüphe etmemelisiniz ki hafızalarımızda silinmez çizgilerini çizdiğimiz güzel anları asla unutamam.

Zaman geçer, fakat dostlar arasındaki bağları daima kuvvetlendirir. Mektubumu elinize vermesi için size fırkamdan bir zabit gönderiyorum. Çünkü posta ile ancak manasız birkaç kelime göndermek mümkün. Siyasi ve askeri, umumi vaziyeti nasıl gördüğünüzü bana açıkça söyleyiniz Corrine. Ben bu mevzuda size izahat veremem. Cevat Bey hiç değilse Pazar günleri sizi ziyaret ediyor mu?

Etmiyorsa ona, sizi görmesi için yazınız ve söyleyiniz ki her türlü yanlış anlaşmalara rağmen, ben onun samimi dostuyum ve bana mektup yazmasını arzu ediyorum. Siz bana kısa, basit kartlar yollayabilirsiniz.

Size, istenilen zamanda cevap veremezsem ümit ederim ki beni mazur görürsünüz. Matmazel Edith'e samimi dostluklarımı arz ederim. Valideniz hanıma ve pederinize lütfen hürmetlerimi bildiriniz. Geçmiş zaman ve geçmiş zamanın hatıraları ebedi bir hayata maliktir. Beni unutmayınız Corrine, hatta bu harpte ölsem bile."

19.Fırka Kumandanı M.Kemal

Maydos Karargahı (Çanakkale) 17 Mart 1915

KAYNAKLAR: ÇANAKKALE MÜZESİ, BAŞBAKANLIK OSMANLI ARŞİVİ, GENELKURMAY, AUCKLAND WAR MEMORIAL MUSEUM

***

"GERÇEKTEN BİR CEHENNEM HAYATI YAŞIYORUZ"

Mustafa Kemal, 2 Temmuz 1915 yılında Arıburnu' ndan Madam Corinne’ ye yazdığı mektupta şöyle der:

“Aziz Madam,

Karargahımın katiplerinden Hulki Efendi’nin İstanbul’a seyahatinden faydalanarak size bu mektubu yazıyorum. Birkaç gün evvel içinde latife sözleri bulacağınız bir kartpostal yollamıştım. Burada hayat , o kadar sakin değil. Gece gündüz her gün çeşitli toplardan atılan şarapneller ve diğer mermiler başlarımızın üstünde patlamaktan hali kalmıyor.

Kurşunlar vızıldıyor ve bomba gürültüleri toplarınkine karışıyor. Gerçekten bir cehennem hayatı yaşıyoruz. Çok şükür , askerlerim pek cesur ve düşmandan daha mukavemetlidirler.

Bundan başka hususi inançları , çok defa ölüme sevk eden emirlerimi yerine getirmelerini çok kolaylaştırıyor. Filhakika onlara göre iki semavi netice mümkün, Ya gazi veya şehit olmak. Bu sonuncusu nedir bilir misiniz ? Dosdoğru cennete gitmek. Orada Allah'ın en güzel kadınları , hurileri onları karşılayacak ve ebediyen onların arzusuna tabi olacaklar. Yüce saadet.

Sizin mantıki nasihatlerinizi bekleyen şimdiki hadiseler yüzünden kazandığım sert karakteri yumuşatacak romanları etüd etmeye ve böylece ümit ederim ki , hayatın bu hoş ve iyi taraflarını hissedecek hale gelmeye karar verdim.(...)

Adres : Miralay Mustafa Kemal , 19.Fırka Kumandanı , Maydos Yahut : Miralay Mustafa Kemal , Arıburnu Maydos.Bu daha emin.”

***

"BENİM İÇİN KATİYEN AĞLAMA"

Üsteğmen Zahid'in karısına yazdığı mektup ve vasiyetname:

 “Bu günlerde her zamankinden daha önemli muharebelere gireceğiz. Bilirsin, her muharebeye giren ölmez. Fakat eğer ben ölürsem sakın gam yeme...

Beni ve seni yaratan Allah bizi nasıl dünyada birbirimize nasip etti ise , benden şehitlik rütbesini esirgemediği taktirde , elbette , ruhlarımızı da birbirine kavuşturur.

Vatan yolunda şehit olursam bana ne mutlu. Ancak ,sana bir vasiyetim var:

Birincisi benim için katiyen ağlama... İkincisi, eşyamın listesi ilişikte.Bunları sat , ele geçecek paradan “mihr-i muaccel ” ve “mihr-i müeccel ” ini al , üst tarafı ile bana bir mevlüt okut.

Eğer bunlar sana borcumu ödemezse hakkını helal et ve ilk gece aramızda geçen sözü unutma... Bu vasiyetimi aldığınız zaman yüksek sesle ağlamanıza razı değilim.”

***

"KENDi ELİMLE GÖMDÜM KARDEŞİMİ"

“Baba, Hasan şehit oldu. Üç gün önceki muharebede yiğitçe çarpıştıktan sonra şehit oldu. Düşerken yanında idim. Hakkınızı helal etmenizi rica etti. Bir kurşunla şakağından,iki kurşunla göğsünden yaralanmış,gülle de sağ elini götürmüştü. Kendi elimle gömdüm kardeşimi. Toprağa girerken çehresi gülümsüyordu. Onu, senin hediyen olan yatağanla(hançer) beraber defnettim. Kınını da taş yerine başucuna diktim. Ah babacığım, düşmana ne şiddetle saldırdık, bir görseydin. Düşman karabulut gibi geliyordu. Biz iki bölükten ibarettik. Yıldırım gibi bir hücum gösterdik. En önde, çarıkları çözülmüş,fesi düşmüş,baş açık ve yalınayak Hasan koşuyordu. Kuş gibi, rüzgar gibi, alev gibi koşuyordu. Elinizden öperim, duanıza muhtacım. Beni soranlara selam ediyorum..

Oğlunuz Onbaşı Hüseyin"

***

"SAĞ KOLUMU KAYBETTİM, ZARARI YOK, SOL KOLUM VAR"

Kadir Oğlu Mehmet Çavuş'un Hastaneden Cephedeki Komutanı'na yazdığı mektup (1915)

1'nci Kolordu, 1 nci Tümen, 7 nci Alay, 3 ncü Tabur, I nci Bölük Çavuşu, Çivril Kazasının Madenler Köyünden Kadir Oğlu Mehmet, Conkbayır ve Seddülbahir Muharebeleri'nde  büyük kahramanlıklar göstererek düşman tarafından atılan bombaları patlamadan yine düşmana atmak suretiyle cesaret gösterdi. Mehmet Çavuş, yine böyle bir bombayı alarak düşmana havale edeceği sırada her nasılsa birden bire infilâk eden bombadan sağ el bileğini kaybetti.

Hastanedeki yatak ızdırabından tabur komutanına gönderdiği mektup:

“Muhterem Komutanım, Sağ kolumu kaybettim, zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim. Beni üzen şey; yaramın kapanmamasından dolayı kıta’ma katılamamam ve düşmanla çarpışamamak. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için, beni mazur görünüz, affediniz, muhterem komutanım”.

***

BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU (1915)

"Dört asker doğurmakla iftihar eden şanlı Türk annesi!

İçinden Öğüt alınacak mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacğın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının altında otururken aldım.

Tabiatin yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukca biiyuk biiyiik dersler aldım. Tekrar okudum. şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim.

Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzğara mukavemet edemeyerek egilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardi.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim; güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni müjdeliyorlardi. Gözlerimi sola çevirdim; çiğil çiğil akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpüruyordu...

Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım; hepsinin benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım; güzel bir bülbül, tatlı sevdasıyla beni müjdeliyor ve duygularıma ortak olduğunu ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

İşte bu geçen dakikalar anında,hizmet eri;

- Efendim , çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.

 - Pekâlâ, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...

 - Mustafa bu sütü nereden aldın? Dedim.

- Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayla giden sürü yok mu?

- Evet, dedim. Evet, ne kadar güzel.

- İşte o'nun çobanından 10 paraya aldım.

Valideciğim, 10 paraya 100 dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat bu sırada düşünüyorum...

Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor? dedim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu:

" Validen kaderine küssün, ne yapalım... O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi..."

Şevket merak etmesin; o görür, belki de daha güzellerini görür. Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Şevket'le, Hilmi'de senin sayende görecektir. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli bir ezan okuyordu. Ey Allah'ım, bu ovada o'nun sesi ne kadar güzeldi.

Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün varlıklar onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaatle namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:

" Ey âlemlerin Rabbi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halikı ! Sen bütün bunları bu müslüman Türk milletine verdin. Yine onlarda bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan bu millete mahsustur.

Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ismî Celâlin'i İngilizler'e ve Fransızlar'a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveylel diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mutlu bir kimse tasavvur edilemezdi. Valideciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir.

Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı? Kadir'e mektup yazdım. Valideciğim, evdeki senet ve saireyi kimselere katiyen vermeyin ve sorarlarsa, biz bilmiyoruz deyin. Çantayı al, sandığa koy.

Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya böyledir. Fakat, sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister. Valideciğim, çamaşır falan istemem; paralarım duruyor, Allah razı olsun. "

04 Nisan 1915 Oğlun, Hasan Ethem"

***

İLK BOMBAYI SEVGİLİM NAMINA ATEŞLERKEN...

Bir Askerin Siperdeki İlk Gecesi (1915)

"Sevgili Kardeşim Müfit Necdet'e,

Başları göklere doğru uzanmış, dağların üzerinde kartallar gibi uçuşan bulutlar, altın kurdelelerle işlenirken muhitin sükûn ve sükût ile titreyen kalbinde, karanlıkları yaran, zulmetlere meydan okuyan bir seda yükseldi. "Silâh başına!..."

Bu emir bir kaç şahısta, bir kaç ağızda tekrar ederek, yansıdı. Artık gölgeler dolaşıyor, fısıltılar çoğalıyor, bazen kısa, sert ve keskin emirler duyuluyordu. Mahmur gözler, arslan yürekler, cesur yiğitler karşılaştıkça, bir nakarat gibi; "düşman taarruz ediyormuş" deniliyor ve bu cümleyi hafif alaycı bir tebessüm takip ediyordu. Hiç bir yerde, hiç bir kimsede olağanüstülük, heyecan görülmüyordu. Ölüme karşı gitmeye hazırlanan bu cesur kahramanlar üzerinde küçük bir tereddüt bile hissedilmiyordu.

Yalnız sükûn ve intizamla çalışan, düşmana karşı koyacak, ölümle çarpışacak fakat vatanı kurtarmaya azmetmiş, milletin namusuyla eğlenen, yurdun, Türk'ün mukaddesatıyla eğlenen, küçük görmek isteyen düşmanı kahredecek, şanlı bir destan ve kahramanlık görülüyordu. Genç subaylar kılıçlarını kuşanıyor, azimkar gözlerle düşman istikametindeki yıldızlardan haberler sezmeye uğraşıyordu. Bunlar da benim gibi, hepsi de genç, hepsi de yeni terfi etmiş, henüz gençlik devresinin ateşli ihtiraslarını yenmeden, gençliğin zevk ve emellerine doymadan, vatanın bağrında, alçalmış çizmelerle, boşa yürüyen düşmana haddini bildirmek için, namuslarına tecavüz edilmiş milletdaşlarının, hakaret görmüş kardeşlerinin intikamını almak için, din için. namus için, vatan için istikballerini çiğneyerek yurdun istikbali uğrunda hudutlara koşmuşlardı. Ay, doğudan nurlu saçlarını dökerek, altın ışıklarıyla yolumuzu aydınlattı. Kâinatın boşluklarında hüzünler, elemler dolaştı. Gözler ilerde, tüfekler omuzda herkesin kalbinde nur ve iman fikrinde, din ve vatan endişesi içerisinde, Kuzey Yıldızı 'nın izini takip ederek ilerliyordu. Uzaklardan duyulan bir kaç silâh sesi, gecenin sessiz hüznünü yırtarak etrafa dağıldı. Önde cüretkâr adımlarla yürüyen dinç, vakarlı subaylar, arkasında gözleri vatanın her tarafına sokulmak isteyen düşmana; şimşekler, ateşler saçan bir kıta. Bunlar ayaklarının hareketiyle meydana gelen küçük, hafif çıtırtıları duymayarak, mehtabın ışıklarından sabahın olduğuna hükmeden bülbüllerin ötüşlerine asla ehemmiyet vermeyerek, etrafın yeşil ormanlıkları arasından gösterilen istikamette, düşmanı kahretmek için ilerliyordu. Sert, kısa ve emredici bir ses, gecenin mahmur karanlığı üzerinde uçuştu: "İstikamet 34 nolu savunma noktası!... "

Başlar sola, ayaklar sola, mangalar sola döndü. Artık yüksek, çetin, çakıllı, manalı bir dağ tırmanılıyordu. Mesafenin verdiği yorgunlukla terleyen yüzümü, beyaz "Mim" markalı mendile silerken, kalbimde saklayamayacağım bir acı duydum. Ruhum ezildi. Gözlerimde hayaller, beynimde birer birer mazinin tatlı hatıraları dolaştı. Batıya döndüm, İstanbul'un beyaz ufuklarına doğru üç senedir hasret çektiğim bir mevcudiyetin hayaline yemin ettim. "Vatanı düşman ayakları, camileri haç gölgeleri altında görmektense, genç hemşirelerin namusları ayak altına alınmak, ihtiyar annelerin beyaz saçları hakaret edilmektense, senin; özellikle senin, Ey güzel hayal!; düşman kucağında çırpındığını duymaktansa, şu yüksek tepenin bulutlara karışmış zirvelerinde bayrağım gibi kırmızı kanlara boyanarak ölümü isterim" dedim. Ettiğim bu yemini uzaklardan duyulan düşman mermilerinin boğuk sesleri tekit etti. Yüksek, hâkim semalara karışan tepenin oyulmuş bağrında girdiğimiz siperlerden; önümüzde gümüş pırıltılarla akan derenin parıltısı; tabiatın mehtap ile konuşması görülüyor ve hissediliyordu. Önümüz toprak, arkamız toprak, her yanımız toprak ve kim bilir ihtimal bir kaç saat sonra büsbütün bu topraklara gömülmek için hayata veda edecektik. Fakat hayır! Mukaddesatımı çiğnemek isteyen, Kabe'me haçlar yerleştirmek isteyen, bu sefil düşman leşlerinden kan abidesi ve zafer teşkil etmeden ölmeyeceğim. Gözlerimde beyaz ve güzel bir hayal, ellerimde ölüm püsküren küçük ve yuvarlak bombalar olduğu hâlde yürüdüm ve atıldım. İlk bombayı sevgilim nâmına ateşlerken batıya, onun diyarına bulutlarla selâmlar, hürmetler yolladım."

***

ELVEDA SEVGİLİ BABACIĞIM VEVALİDECİĞİM

“Sebeb-i Hayatım, Sevgili peder ve Valideme!

Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan müthiş bir İngiliz kurşunu geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere , şu satırları yazıyorum. Hamd-ü senalar olsun cenab-ı Hakk’a ki,beni bu rütbeye kadar ulaştırdı.Yine mukadderat-i İlahiye olarak beni asker yaptı.

Sizde ebeveynim olmak dolayısıyla ,beni vatan ve millete hizmet etmek için nasıl yetiştirmek lazımsa öyle yetiştirdiniz…Sizlere çok teşekkür ederim.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün hak etmek zamanıdır. Vatanıma olan mukaddes vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum. Şehitlik rütbesine kavuşursam , Cenab-ı Hakk’ın en sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğum için, bu her zaman bana pek yakındır. Sevgili babacığım ve valideciğim,göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezihciğim önce Cenab-ı Hakk’ın sonra sizin himayenize bırakıyorum…

Bana hakkınızı helal ediniz. Ruhumu şad ediniz.Refikama yardımcı olunuz. Hepiniz her gün beş vakit kılınız.…Ruhuma fatiha okuyarak beni sevindiriniz…

Elveda,elveda, cümlenizi Cenab-ı Hakk’a tevdi ve emanet ediyorum.Ebediyen Allah’a ısmarladık.Sevgili babacığım ve valideciğim.”

Oğlunuz Mehmet Tevfik 19 Mayıs 1331 (1915)

***

Bir askerin kızına yazdığı mektup

"Kızım Nuriye Küçük Hanıma Özeldir" Benim Sevgili Kızım, ilk önce iki gözlerinden öperim. Seni çok göreceğim gelmiştir. Lâkin askerlik engel oluyor da görüşemiyoruz. Bunun çaresi nedir kızım? Bunun çaresi Cenab-ı Hakk'a tevekkül olupta sabır etmektir. Ben sizi, siz de beni Cenab-ı Hakk'a emanet edelim. Elimizden geldiği kadar da mektupları sık sık gönderelim. Birbirimize duada kusur etmeyelim. Şimdilik sana elbiselik almak üzere dedenize 310 kuruş gönderdim. Ama elinizden geldiği kadar paraları muhafaza edip harcamayınız, ileride bu paralar çok itibarlı olacaktır. Hatta yüzü yüz kuruşa kadar itibar bulacaktır. Bilginiz olsun. Kızım niçin mektup göndermiyorsunuz? Zannedersem darıldınız. Canım kızım, mektup gönder de, neden darıldığını mektupta yaz ki, ben de anlayayım. Darıldığınız doğru mu? Bizim tarlalardan ne kadar arpa elde edildiğini yazmadınız. Uşaklar Kars'a ne götürdüler ve ne kadar kazandılar ve yahut kayıp mı ettiler? Yazmadınız. Ben bunlar için size darılacak yerde siz mi bana darılıyorsunuz? Komşulardan kim kalmıştır. Mehmet Efendi tohum verdi mi? Ne kadar verdi ise bu tarafa yazınız. Kış için ne kadar un ve ne kadar bulgur ve yarma yaptınız. İnşallah bu sene idareniz iyicedir. Bizim binek atının tayı var mıdır? Teyzenize çok selâm söyle, sana güzel baksın. Valideniz namaz kılıyor mu? Şayet kılmaz ise bu tarafa yazarsınız. O vakit icabına bakarız. Allaha emanet olasınız. İki gözüm kızım."

***

14 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir’de şehit olan Yüzbaşı Kâzım Efendi’nin son mektubu...

"Sevgili kardeşim

Ben vatan ve millet uğrunda bana düşen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini size terk ediyorum. Cümlenize hakkımı helal ettim, tabiidir ki siz de helal edersiniz. Hemşiremin, Ziya'nın Kemal'i hasretle gözlerinden öperim. Muhterem amcamın ellerinden öperek dualarını her zaman beklerim. Çoluk çocuğumu evvel Cenab-ı Hak'ka sonra vatan ve millete ve sizlere emanet ederim. Sevgili valideme, aileme, çocuklara güzel bakınız. Tahsillerine himmet ediniz. Maaşlarının tahsisi, icap eden muamelenin ifası için arkadaşlardan alayımızın tabur katibi ve aynı zamanda alay naibi bulunan Hasan Efendi’ye yazdım. Bulunduğum fırkanın kumandanı Miralay Remzi Bey, alay kumandanı Binbaşı Halil Bey’dir. Bu isimler size lazım olursa kendileriyle muhabere edersiniz. Binbaşımız Şevki Bey de benim gibi tehlikede bulunduğu için sağ kalırsa ona da müracaat edersiniz. Kolordu kumandanımız malum olduğu üzere Esat Paşa Hazretleri’dir. Hayvanım hakkında lazım gelen muamele için de kâtip efendiye yazdım. Oradaki hakkımı da çocuklarım için ararsınız. Sana çok rica ederim, efrad-ı ailemi, validemi hiçbir vakit üzme. Daima rıfk ile muamele et. Bana acımasınlar. Ben mukaddes vatan vazifem uğrunda terk-i can ettim, bahtiyarım. Cenabı Hak sizleri de bahtiyar buyursun. Baki cümlenizi Cenabı Hak'ka emanet ederim sevgili kardeşim.

Kâzım"

***

Çanakkale Savaşı esnasında Yüzbaşı Mehmet Tevfik Bey'in yazdığı bu mektup, savaştan geriye kaldığı bilinen en dokunaklı belge...

"Pazartesi, 31 Mayıs, 1915

Sebeb-i hayatım, feyz-i velinimetlerim. Sevgili peder validem, babacığım, valideciğim. Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan kurşun geçti, hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum. Hamdüsenalar olsun Cenâb-ı Hakk’a ki beni bu rütbeye kadar eriştirdi. Yine mukadderat-ı ilahiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz-i rıfatım ve hayatım oldunuz. Cenâb-ı Hakk’a ve sizlere çok teşekkürler ederim.

Sevgili peder ve valideciğim; gözbebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih’ciğimi evvela Cenâb-ı Hakk’ın, sonra sizin himayenize emanet ediyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız. Oğlumun tâlim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen gayret ediniz.

Servetimizin olmadığı malûmdur. Mümkün olandan başka bir şey isteyemem, istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım kapalı mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü azaltacak şekilde veriniz. Ağlayacak, üzülecek tabii; teselli ediniz.

Sevgili peder ve valideciğim, belki bilmeyerek size karşı birçok kusurda bulunmuşumdur, beni affediniz. Ruhumu şâd ediniz.

Sevgili hemşirem Lütfiye’ciğim, bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için ve sa'yimin yettiği nisbette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir, beni affediniz. İlahi mukadderat böyle imiş. Hakkınızı helal edin. Ruhumu şâd edin.

Ey akraba ve dostlar ve sevenlerim, cümlenize elveda. Cümleniz hakkınızı helal ediniz. Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Elveda, cümlenizi Cenâb-ı Hakk’a tevdi ve emanet ediyorum. Ebediyen Allah’a ısmarladım.

Oğlunuz Mehmet Tevfik"

***

Zahit Üsteğmen 8 Ocak 1916'da, Kerevizdere Mevkii'ndeki 'Şehitler Tepesi'nde yaşanan kanlı ve çetin muharebelerde patlayan bir mayınla şehit olduğunda 34 yaşındaydı. Bıraktığı mektup zarfının içinden küçük bir saç demeti de çıktı. Bu; Nadide adlı yavrusunun saçının tutamıydı.

"Pınarbaşı (Aziziye) İlçesi Kılıç Mahmutbey Köyü’nden Ahmet Efendi kızı eşim Hanife Hanım’a;

Hem kendim hem mesleğim itibariyle tam bir asker, hem de şerefli bir askerim. Asker olmam nedeniyle, gidip gelmemek, gelip bıraktıklarımı bulmamak olabilir. Bu gibi durumların insanlık aleminde meydana gelebileceği inkar olunamaz. Şu vasiyetnameyi yazmak, hemen ölmek demek değildir.

İlahi mukadderat; ben seni, sen beni tanımadığımız halde uzak memleketlerden bizi birbirimize nasip etti. Allah'ın emrine ve peygamberin kavline göre nikahımız kıyıldı. Yaşadığımız sürece geçimimizi sağlamaya çalıştım. Şayet vatanım uğruna şehit olursam, Yüce Allah elbet ruhlarımızı birleştirir.

Böyle bir hal olduğunda mevcut eşyam ve taşınabilir mallarımdan mihri müeccelinizi (payınıza düşen tazminatı) almanız için sizi vekil tayin ediyorum. Eğer yetmezse hakkınızı helal edeceğinize ve beni borçlu yatırmayacağınıza eminim.

Birbirimize verdiğimiz sözlerden dönmemenizi ister ve umarım. Ruhuma bir mevlid okutmak vicdanınıza kalmıştır. Kendim için başka bir şey istemiyorum. Şehitlik bana yeter. 

Bu vasiyetnamemi aldıktan sonra, yüksek sesle ağlamamanızı dilerim. Allaha emanet olun.

Mustafa oğlu Zahit (4. Tabur- 62. Alay- 4. Bölük Komutanı Kerevizdere)"

***

Çanakkale Savaşı'nda 14 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir’de şehit olan Yüzbaşı Kâzım Efendi’nin eşine  Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından gönderilmiş taziye mektubu...

"Osmanlı Ordu-yu Hümâyunu Kabataş'ta mukime Zehra Hanım'a

Alay 21, tabur 1, bölük 1 zevciniz Yüzbaşı Kâzım Efendi bin Hüseyin, 14 Nisan 1331 tarihinde Seddülbahir muharebesinde bir Osmanlı askerine yakışan kahramanlık ve fedakârlıkla şehit oldu. Dini celili İslam'ın ve mukaddes vatanın müdafaası uğrunda hayatını feda edenlerin arkalarında bıraktıklarına düşen vazife, yeis ve fütur değil, fahir ve sürurdur. Bütün arkadaşları gibi merhumun da kıymetli hatırası yalnız sizin değil, daha büyük ailesi olan ordunun kalbinde ebediyen saklı kalacağına ve intikamının düşmanlarımızdan alınacağına emin ve bununla müteselli olunuz.  Muhterem şehidin bütün yakınları ve sevenleri için Allah'tan ecir ve sabır tazarru ederek beyan-ı hürmet eylerim.

Başkumandan Vekili Enver"

***

Seddülbahir Cephesi'nde şehit olan Piyade Er Cebecioğlu İbrahim'in şehadetinden yaklaşık bir ay önce babasına yazdığı duygu yüklü mektup...

"Merhametli velinimetim, sevgili pederim Mehmet Ağa'ya,

Bir kere sonsuz bir istekle ve hürmetle selam eder, hayır duanızı talep ederim. Beni sorarsanız, elhamdülillah duanızın bereketiyle aciz bedenim sıhhatte olup sizin ömrünüzün uzun olması için gece ve gündüz dua etmekteyim.

Pederim, şu kadar ki orada sizlerin zahmet ve meşakkat çekip çekmediğinizi merak ediyorum. Başkaca bir gam ve kederim yoktur. Bizim için de merak etmeyesiniz. Cenab-ı Hüda beni sizlere bağışlasın. Sizleri de yanınızda bulunan üç sabi çocuğa bağışlasın. Onları mahzun etmeyiniz. Bu her şeye yeter. Siz onları mahzun etmediğiniz için Cenab-ı Allah da kıyamet günü umduğunuz derecelere nail eder inşallah.

Bizi bilip soran komşulara, hısım akrabalara, bu mektubu okuyan efendilere, dinleyen cemaate dahi hepsine teker teker selam ederim. Baki ve sağ olmanızı Allah'a arz ediyorum.

Mektup gönderecek olursanız 5. Kolorduya mensup 14. Fırkada 42. Alay'ın 1. Taburunun 2. Bölüğünde 3. Mangada sakin er İbrahim bilesiniz.

20 Nisan 1331 Çanakkale, Seddülbahir."

***

Binlerce kilometre yol katederek savaşmak için Gelibolu'ya gelen bir Anzak askerinin, 22 Ekim 1915'te yazdığı mektup...

Anzak askerinin 3 sayfalık mektubunda yer alan satırlardan bazıları şöyle:

"Sevgilim Addie;

Sağlığımın iyiye gittiğinden haberdar etmek için sizlere kısa bir not daha... Başka bir şeye dönüşmemesini umduğum hafif bir soğuk algınlığı dışında oldukça iyiyim. Trende tanıştığın Bay Murray de kendisini hatırladığını umuyor. Şimdilik burada her şey sakin ancak bu durumun uzun süreceğini zannetmiyorum, keza rüzgarın ne yönden eseceğini kimse bilemez.

Bu hafta iki gün boyunca Türkler çok dost canlısıydı. Hem onlar hem de bizim çocuklar siperlerimizden çıktık. Bizdeki et ve diğer şeylere karşılık, sigara ve tütün verdiler. Les'ten hiçbir haber alamıyorum ve aynı taburdan çocuklarla her fırsatta bazı soruşturmalar yaptım. Tahminim o ki bu mektubu alana kadar nerede olduğu ve neler yaptığına dair bir şeyler duymuş olacaksın. But, gastrit nedeniyle şu an hastanede ama bence çok kötü değil ve en kısa sürede aramızda olacak. Mektubunda istasyondaki birinin bir fotoğrafla ilgili Rube'a bir şeyler sorduğunu söylemiştin. Ayrılmadan önce tüm bunlar tamamen aklımdan çıkmış. Kış ve soğuk rüzgarlar kapıda, dolayısıyla hava giderek soğuyor. Fred B, Sydney'den tüm çocuklarla birlikte eve dönmek istediğini söylüyor ama buna izni yok."

***

Çanakkale savaşlarında işgalci güçlerin saflarında savaşan Lance isimli bir asker annesine Gelibolu'dan yazdığı mektubu...

"Sevgili Anneciğim;

Bana göre, yarımadada pek çok şey yaşanmasına rağmen, bugüne kadar üç çok önemli olay oldu... Birincisi, tarihin uzun yıllar unutamayacağı çıkarma harekatı. İnsanın bunun değerini, muhteşemliğini ve mucizeviliğini anlayabilmek için çıkarmanın gerçekleştirildiği noktayı mutlaka görmesi gerekir. Elbette bu harekat çok iyi düşünülmüştü.

İkincisi ise, geçtiğimiz 11 Mayıs'ta binlerce Türk'ün bizim hatlarımıza yaptığı karşı taarruzdu. Karşılaştırdığımızda bizim kayıplarımız çok azdı, tüm hat boyunca yaklaşık 500 kişi. Çıkarma harekatından bu yana üzerimize böylesine çok sayıda geldikleri ilk ve tek andı.

Üçüncüsü ise 6. Takviye kuvvetimizin planladığı ve çok ağır kayıplar verdiği Tekçam taarruzuydu. Belki de bu harekata katılmadığım için çok şanslıyım. Tekçam'da hemen hemen en şiddetli muharebe yaşandı.

Tanıdığım o kadar çok dostumu kaybettim ki…

12 Kasım 1915, Gelibolu, Lance"

***

Genelkurmay Yayınları arasından çıkan "Çanakkale Muharebelerinin Esirleri/İfadeler ve Mektuplar" isimli eserde "B. Jamie" isimli asker, 13 Ekim 1915'te Anzak koyunda "Sevgili Eric" diye başladığı mektubunda savaşı şöyle anlatıyordu:

"Senin sık sık savaşta olmanın daha doğrusu muharebede bulunmanın nasıl bir şey olduğunu merak ettiğini düşünüyorum. Gerçeği söylemek gerekirse Avustralya'da evde olmaya hiç benzemiyor. Pat pat pat diye her yerde makineliler çalışıyor, büyük top mermileri havayı acı, ince ve korkunç bir çığlık atarak yarıyor, büyük bir gürültü ile yere iniyor, toprağı parçalayıp kocaman çukurlar açıyor.

Siperdeki Türklerle aramızdaki mesafe bazı yerlerde 18 metre kadar. Onlar da bizimle aynı şeyleri yapıyorlar. Bütün gün biz onlara onlar da bize bakıyor. Bazı özel günlerde onlar bizim vadideki siperlerimize her çapta top mermileri atarak hatları bozmayı ve mümkün olduğunca çok zarar vermeyi amaçlıyorlar. 'Jack Johnson' adını verdiğimiz büyük toplar 8-10 inç gibi çeşitli çaplarda. Mermilerinin havada gidişlerini duyabiliyor, bir sığınağa veya bir tünele girip patladıktan ve şarapnel parçaları yarımada üzerinde uçuşup dağıldıktan ve düşmesinden sonra tekrar açığa çıkıyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Bir de '15'lik' adını verdiğimiz küçük kardeşleri var, bunların çapı ise 75 milimetre. Bunlar hemen hemen tüfek mermileri gibi peş peşe geliyorlar, bunlar yağmaya başlar başlamaz yoldan bir an önce çekilmelisin."

***

4 ASKERİN CESARETİ

Bir Bölük Komutanı'nın mektubu (Çanakkale-1915)

"24 Temmuz 1915'de düşmanın Seddülbahir mıntıkasında ikinci hatta bulunan bölüğümün İlderesi'ni takiben Gaziler Tepesine yetişmek için silâha sarıldıkları bir günde bütün bölüğe misâl olan fedakâr dört neferin kahramanlıkları:

Sabah güneşinin doğmasıyla birlikte yüzlerce topun soğuk namlusundan müthiş seslerle çıkan mermilere asabiyetle yumruklarını sıkan askerim, düşman üzerine atılmak ve onları toprağa sermek için dört gözle bekletilen ileri hareketin emrini aldı. gazileri takviyeye gidiyorduk. İlderesi, düşmanın yüzlerce mermisinin düştüğü yer olup, buradan geçmek biraz tehlikeli ise de, düşmandan intikam için bütün bedenleri titreyen askerim, din kardeşlerine yetişmeğe mani olan her şeye bir alâkalı bakışla, fırlayarak ileri atıldılar.

Yol üzerinde her nasılsa düşman mermisinden ateş alan bir sandık cephane, yolu bütün bütün kapamış, dini, vatanı, milleti için yoldan geçmeye çırpınan bu Türk kalpleri, civardan tedarik ettiği kum torbalarını omuzlayarak yanan sandık üzerine hemen dördü birden atıldı. İki saniye sonra sandık, torbalar altında kalmış ve yolumuza mani olacak müşkülât ortadan kaldırılmıştı. Bu dört askerin cesareti ve fedakârlığı sayesinde İlderesi yolu açıldı. Tam zamanında gazilerde bulunan silâh arkadaşlarına yetişmek mümkün oldu ise de, Ethem Onbaşı ismindeki nefer bu vazifeyi yerine getirirken sol kalçasından şarapnel misketiyle yaralanarak şu sözleri söyledi: "Bir senedir kullandığım silâhımla hunhar düşmana bir kurşun atmadan hastahaneye gidiyorum. Bari benim intikamımı siz alın" diye ellerime kapandı ve sulu gözlerinden yaşlar akıtarak ayrıldı. Bu dört yavrunun azmini değil kurşun, süngüler, toplar bile kesemediğinden kahramanca hareketleri, ecdadımızın Osmanlı Tarihindeki sırasına geçmekle, gelecek nesillere yadiğar olmak üzere isimlerinin zikr olunmasını bir görev bilirim. Kerevizdere'de taburun önünde düşmanın ilerleyerek yapmış olduğu büyük bir ileri siper, hazır kıta olarak bulunan taburun sinirlerine dokunuyordu. Tümen komutanım bile, "2 nci Taburun önünde düşman bu cesareti göstersin... tuhaf şey!" diyordu.

Bu siperi yıkmak, perişan etmek gerekirdi! Fakat bu da büyük fedakarlığa bağlı idi. Yüzbaşı durumdan etkilenmiş idi. Tabur komutam He görüşerek, biz bu siperi yıkarız, fakat en sevgili askerimden bir kaç tanesini feda etmek lazım, diyordu. Yüzbaşı'nın bu sözlerini dinleyen mütevazi bir asker olan Ömer oğlu Nasuh ilerleyerek. "ben bu siperi yıkarım, sen bana istediğim arkadaşlarımı ver; yüzbaşım!..."dedi. Tabur komutam muvafakat gösterdi. Yüzbaşı da lazım gelen talimatı verdi. Gece pek karanlıktı. Nöbetçilerimiz ve düşman tarafından atılan silahların kesik sesleri, siperleri saran zifiri karanlığı yırtmak için haykırıyorlar gibi idi. Nasuh Onbaşı; Mehmet oğlu Mustafa, İbrahim oğlu Hüseyin ve Mehmet oğlu Abdurrahman'dan oluşan küçük ordusunun basında düşman siperine doğru karanlıklar içinde süzülüp gitti. Onbes dakika sonra, düşman siperinde 4-5 el bombasının sesleri duyuldu.

Sonra boğuşma başladı. Bu habersiz hücumdan telaş eden düşman, etrafa şaşkın kurşunlar, maksatsız top ve havan mermisi fırlatıyordu. Top ve havan mermilerinin açtığı çukurlardan, keskin bayıltıcı ölü kokuları geliyordu. Herkes Nasuh Onbaşı ile arkadaşlarını bekliyordu. Nihayet, 7 nci Bölük mıntıkasından haber geldi. Nasuh Onbaşı vazifesini yerine getirerek sipere dönmüş idi. Fakat yalnız idi. Mustafa, Hüseyin ve Abdurrahman yok idi. Bunlarda vazifelerini yerine getirmişler, fakat bu uğurda kurban olmuşlardı. Yüzbaşı; "arkadaşlar bu hepimiz için bir şereftir" diyordu. Düşman siperinin perişan edilmiş olduğunu sabahleyin derhal fark eden Tümen Komutanı, taburu tebrik ediyor ve Nasuh Onbaşı 'nın ğöysüne kendi eliyle "Osmanlı Yıldızı" nişanı takıyordu. Nasuh Onbaşı, mert ve asil bir eda He yalnız vazifesini yaptığını söylüyordu. Nasuh Onbaşı bu olaydan dört gün sonra da (29 Temmuz 1915 ) askerliğin en şerefli bir rütbesi olan "şehitlik rütbesini" kazandı.

Allah Rahmet Eylesin!

55 nci Alay 5 nci Bölükte

Eskişehir’in Ihca Köyü'nden Ekderis Oğullarından Ömer oğlu Nasuh 1306

Ankara, Kalecik Kaza'sının Dalyasan Köyü'nden İbrahim oğlu Hüseyin 1302

İnegöl Kazasının Muzal Köyü'nden Resul Oğullarından Mehmet Emin oğlu Mustafa 1304

Eskişehir’in Hica Köyü'nden Mehmet oğlu Abdurrahman"

(KAYNAK: ÇANAKKALE MÜZESİ)

***

15 Kasım 1915 tarihli 4. Müfreze 6. Bölük’ten isimsiz bir itilaf askerinin babasına yazdığı o mektup...

 “Sevgili Babacığım… Bir süreden beri Limni’deki hastanedeydim. Ateş hattına yeni döndüm. Dizanteri yüzünden çok zor günler geçirdim. Şimdi daha iyiyim.Savaşın bitmesini istiyorum. Artık canıma yetti. 1. Tugayın Tekçam mevkiine yaptığı taarruzu okumuşsundur. Ben de o taarruzda yer aldım. Daha fazlasını görmek istemiyorum. Türk siperlerine ulaştığımızda her şeyin ve hepsinin deniz topçu atışıyla paramparça edildiğini, Türklerin orada burada üçerli dörderli üst üste yığıldığını gördüm. Burada bir Connaught Taburu var. Bir haftadır ölüleri gömüyorlar.”

***

Mehmet Dursun'un Harp Hatıralarını Anlatan Mektubu (Çanakkale- Teğmen 1915)

"45 nci Alayın 8 nci Bölük 2 nci Takim komutam idim. 17 Nisan 1915'de alayımızla Akbaş Limanı'na çıkmıştık. 18 Nisan’ı Maydos Civarındaki zeytinlikte geçirdik. 2 Nisan bütün tümen Soğanlı Dere'de toplandı. O gün saat 07.00'de, Tümen Komutanım Miralay Şükrü Bey, Alay komutanları He Tabur komutanlarını yanına çağırarak gerekli emirleri verdi. Tabur komutanımız İsmail Hakkı Bey'de bize iki günden beri yapılan ateşlerden düşmanın kuvveti kırılmış olduğu cihetle bu gece düşmana taarruz edilerek hakkin desteğiyle denize döküleceğini, alaylar yan yana, taburlar bölükler kuvvetleri He derin kol nizamında hareket edeceğini, mümkün olduğu kadar toplu bir vaziyette silahlar doldurulmamış ve çantalar çıkarılmış olduğu halde gidileceğini, emir verildiği zaman süngü takılarak ilerideki avcı hattı He birleşip düşmana hücum edeceğimizi tebliğ etti. Askerleri bu emir gereği hazırlayarak, saat 09:00'da ileri hareket ettik. Ufak bir mertek gerisine geldiğimiz zaman kurşun ve şarapnel taneleri mevcudiyetini hissettirmeğe başlamıştı. Düşman Bertik Tepesini oldukça şiddetli bir topçu ateşi altına almıştı. "Yere yat " emri verildi. O aralık tabur komutam gelerek, süngü takip ilerideki avcı hattı He birleştikten sonra hücum edeceğimizi söyledi. 1 nci Takim öne cıktı. Ben 2 nci Takim 'la onu takip ediyordum. Her sıçrayışta bir çok düşman maktulleri çiğneyerek cephemizde iki mevzi siper atladık. Nihayet son defa askerlere mevzi aldırdığım zaman cinsini tayin edemediğim bir topçu mermisi kolumun aşağı kısmına isabet ederek ağır surette beni yaraladı. Takım 'i çavuşuma teslim ettim. İki asil kalpli asker beni kolları arasında sargı mahalline götürdü. Soğanlı Dere'de kanın durdurulması için kolum sarıldıktan sonra hemen Kilitbahir Hastanesine gönderildim. Gözümü açtığım vakit kendimi yatakta kolsuz olarak buldum. Vatan için bu hale geldiğimi düşünerek teselli oldum. Oradan İstanbul'a gönderildim. Üsküdar da ki Zeynep Kamil Hastanesinde, Moda ve Vitali Köşkü Subay Rehabilitasyon Merkezinde itina ve şefkatle tedavi edildim. Vücudumda eski kuvveti hissettiğim zaman boş durmamayı vicdanım emretti. Bir hizmete tayinimi istedim. Genelkurmay Başkanlığı Yaverliği refakatine tayin olundum. Şimdi orada bulunuyorum. Yüce Türk Milletim ve mukaddes vatanım için feda olan koluma acımıyorum.

15'nci Tümen 45'nci Alay 2'nci Tabur 8'nci Bölük Teğmen Mehmet Dursun"

***

"BU SAVAŞ BİZİM SAVAŞIMIZ DEĞİL"

BİR ANZAK ASKERİNİN ÇANAKKALE SAVAŞI SIRASINDA AİLESİNE YAZDIĞI MEKTUP 10 AĞUSTOS 1915 GELİBOLU

"Sevgili ve bir zamanlar mutlu ailem.

Gelibolu cehenneminden hepinize merhaba! Bu mektubu size yazmak niyetinde değildim. Aslında ben artık kimseyle konuşmak kimsenin, kimsenin yüzünü görmek istediğimden de emin değilim. Hem siz benim buraya cehennem dediğime bakamayın burası hakikaten güzel bir yer.

Üzerleri toz toprakla örtülmeden önce zeytin ağaçlarının bolluğu, savaşa aldırmadan her yanda pıtır pıtır açan kırmızı gelinciklerin neşesi, akşamları yarımadayı kızıla boyayarak batan güneşin insanın içini acıtan güzelliği ve bir de Gelibolu bülbülleri.

Gelibolu’da hâlâ un ufak olmadan kalan küçük bir ruh parçam mevcutsa bunu bülbüller sağlamıştır. Eğer o sırada bir Türk öldürmüyor ya da Türkler tarafından öldürülmüyorsak, Gelibolu’nun muhteşem gurubunu seyrediyoruz. Ege Denizi’nin içine gömülen güneşin biraz önce Pasifik Okyanusu’ dan yükselerek Yeni Zelanda’ da ki ertesi günü aydınlattığını bilmek insanın canını acıtıyor. Fakat bu acı hissi çok kısa sürüyor, sonra yeniden katılaşıyorum. Artık saatlerce hiçbir şey hissetmiyor ve duymuyorum. Bu arada sadece bakıyor, saklanıyor, ateş ediyor, süngü takıyor, düşman öldürüyor, bit ayıklıyor, yemek diye verdikleri kuru bisküvi, kraker, kuru et parçalarını kemiriyor, zaman olursa yatıyor, çok ender olarak da uyuyorum.

Ben artık sadece bir Anzak askeriyim. Ne sevdiğim şarkılar, yemekler, kokular ne de sevdiğim insanlar... Ben artık bir sayıyım. Yaşayan bir sayı. Ölürsem o zaman da bir sayı olacağım. “Vatan uğruna kahramanca” ölmüş bir sayı.

Kahramanca ve vatan uğruna! Kahramanlık mı? Hadi yaa. Kahramanlık zorla olmaz. Vatana gelince... Burası Türklerin vatanı ve bu savaş bizim savaşımız değil. Bizler İngilizlerin de söyledikleri gibi sadece “hevesli oğlan çocukları”yız. Asıl kahraman olan Türkler. “Johnny Türk” dediğimiz Türkler vatanlarını savunmak için bize karşı çok ağır şartlar altında direniyorlar ve kahramanca ölen asıl onlar. Geçen hafta ölüleri gömmek için karşılıklı ateş kes ilan edildiğinde ilk defa Türkleri yakından ve canlıyken gördük. Türkler bize anlatılan canavarlara benzemiyordu.Onlar da gözlerinde endişe ve keder olan genç insanlardı.Onlarında arkalarında bekleyen üzüntülü aileleri, yaşlı anne-babaları, karıları belki de sevgileri vardı. Onlar da yaralanınca acı çekiyor, onlar da gencecik hayallerini bırakıp ölüyorlar. Türkler de insandı.

Bana sigara ikram eden iki Türk’e ben de konserve et verdim, ama kabul etmediler. Bu sığır etidir dediysem de inanmadılar. Aslında anlamadılar. O zaman ellerimle kafama boynuz yapıp öküz gibi böğürdüm. Güldüler. Ben de güldüm. Orada savaş meydanında etrafımız askerlerin cesetleriyle doluydu, biz düşmandık ve birbirimize gülüyorduk. Bana sigara ikram eden Türklerden bir “sen no İngiliz” diye şaşırarak sordu. “Ben İngiliz değilim” dedim. Sonra elini uzattı “ben TÜRK” dedi. Bana uzatılan eli tuttum. Orada, Gelibolu’nun en kanlı savaşlarının yapıldığı o tepede, el sıkıştık. Ben artık bu adamla nasıl düşman olabilirdim? Ben bu adamla neden düşman olmuştum ki? Düşmanım o anda artık arkadaş Türk olmuştu. Ben bu savaşta ölmeyi reddediyorum. Bu benim savaşım değil. Fakat yaşamak için de hiç isteğim kalmadı. Tanrım günahlarımı affet. Hepinizi çok seviyorum. Ebediyen sizin oğlunuz. "

Alistair John TAYLOR GELİBOLU 1915

***

ANZAK ASKERLERİNİN MEKTUPLARINDAN

"BAŞINDAN VURULUP ÇORBANIN İÇİNE DÜŞTÜ"

 “Artık çok küçük bir subay grubuyuz.Çıkarmadan geriye kimse kalmadı.Bir tanesi dün gece yemek sırasında başından vuruldu ve bütün masayı altüst ederek,her şeyi birbirine katarak çorbanın içine düştü.Neticede gece karanlığına kadar yemek yiyemedik.” Anneciğim,

Guy Nightingale"

***

"SICACIK KÜÇÜK SIĞINAĞIM"

“Gelin ve küçük sığınağımı görün,tepenin üzerine uzanır eşsiz bir manzara uzanır aşağıda; altın kumlarıyla anzak koyu,çıkarma yaptığı yeri görebilirim.Beachy Bill ateş açtığında tepedeki sıcacık küçük sığınağımda… Geniş değil çarın malikaneleri kadar,salonuyla yatak odası arasındaki mesafe orta karar,Yemek yerken ve sigara tüttürürken aynı yerde durursun.Sıcacık küçük sığınağımda. Geceleri soyunur soyunmaz sinekler üşüşür en iyi ısırık için saldırırlar paldır küldür.Karıncalar da beni keşfettiğinden beri rahat huzur kalmadı.Sıcacık küçük sığınağımda.”

Onbaşı George L. Smith 24. Sıhhiye Birliği

***

"ŞANSLIYSANIZ SİNEK YAHNİSİ YİYORSUNUZ"

 “Dökme bisküvi ve bulabildiğinde su. Eğer şanslıysanız günde bir kere ama yemek olarak sığır eti ve sinek yahnisi yiyorsunuz. Kahvaltı için bir dilimtuzlu domuz salamı ve bir fincan sinekli çay bulabilirsiniz. Eminim salamı çayda kaynatıyorlar.Akşam bir fincan daha sinekli çay ve bir parka yapış yapış ve sinekl kaplı peynir ve küçük bir kutu kayısı reçeli paylaşıyoruz.”

Joe Murray

***

ONA ERNEST DİYORDUK

 “Ona Ernest diyorduk. Her sabah yakacak odun aramak için siperinden çıkan kara bir Türk’ tü. Bizim arkadaşlar uzun süredir ona ateş etmiyordu. Ona konserve et atmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Bizim sipere yeni bir ekip gelmişti.”

Teğmen H. E. Moody

***

Hacıkırı-Pozantı'daki Esir Kampında Bulunan İngiliz Esiri Frank'a Eşi Tarafından Yazılan Mektup (1916)

"Elsie Brown Locks, Bottuge 22 Kasım 1916 56 Georgs Down North Shide Fory Wight England Sevgili Frank, Öncelikle kartını bugün aldığımı senin iyi olduğunu duyduğuma çok sevindiğimi belirtmek istiyorum. Bu son üç hafta içinde kendime ayıracak vaktim olmamasına rağmen seni unutmadım. Cumartesi gününü karlı geçirdik. Bugün ise hava güneşli. Palaskamı da sana gönderiyoruz. Sağlığının da yerinde olduğunu umut ediyoruz. Ben ve geri kalanlar bu hafta soğuk aldık, ancak şimdi daha iyiyiz, İngiltere'yi terk eden ve başka bir yere giden Charlie'den geçen hafta haber aldık. İyi olduğunu söylüyor. Annesi ve senin tarafından hatırlanmak istiyor. Ondan şimdi bir şey işitmemek için çok komik. Şimdi hepimiz ayrıyız ama umuyorum ki, bir gün buluşacağız ve yine umuyorum ki, sende beni terkettiğin zamandaki gibisindir. Bunu hâlâ unutamadım ve o günden beri çok üzgünüm. Sen her zaman hoş karşılanacaksın ve geldiğin gün benim için çok mutlu bir gün olacak. O günün bu gün olmasını arzu ederim. Büyükbaba hâlâ dışarı çıksa da, fazla uzağa gidemiyor. Kötü sıhhati bunu engelliyor Geri hâlâ aynı ve Ethel ise beni hiç beğenmiyor ama bu benim hiç umurumda değil. En kısa zamanda sana yazacağım. Şimdi bitirmeliyim. Tekrar iyi olmanı umuyorum.

Sevgilerimle Elsee"

***

İngiliz Esirlerinden Bir Askerin İngiltere'deki Eşine Yazdığı Mektup (1915)

 "21 Ekim 1915 Sevgili Francis, Aşağıda da belirteceğim gibi, sana bu mektupla, alacağına inandığım bir de küçük kutu gönderiyorum. Kutunun içinde ise bir parça ekmek, biraz şekerleme, iki mendil, iki çift çorap (veya eldiven), biri kalın, biri ince çorap isteğinde sana hangisinin iyi olduğunu da bana bildir. Umarım sana son haftalarda yazdığım mektubumu aldın ve umarım iyisindir. Şüphem yok ki, bunu da aldıktan sonra daha da iyi olacaksın ve sana yine çok dikkatli olmanı söylüyorum."

***

Adana'da Yarbaşı Esir Kampında Bulunan İngiliz Esiri Horace'e Kardeşi Tarafından Yazılan Mektup (1916)

 "16 Kasım 1916 Sevgili Horace, Mabel'den şimdi aldığım mektup, senin iyi olduğunu söylüyor. Bunu duymaktan çok memnun olduk. Çünkü senden 12 aydır haber alamamaktan dolayı çok endişeliydik. Şimdi Harry'de tekrar cepheye gitti. Sanki ailede hiç erkek evlât kalmamış gibi bir duygu içindeyiz. Şimdi daha iyi olduğunu umut ediyorum. Sana bir şeyler göndermeye de gayret edeceğim. Göndereceklerimi, İngiltere'den gönderdiğimden daha çabuk alacağını sanıyorum. Harry, savaş bittikten sonra bizi ziyaret için buraya geleceğini söylüyor. Belki sen de onunla beraber gelirsin. Buralar şimdi çok soğuk olmaya başladı ve biz de kışın burada çok üşüyoruz. Horace, Dorothy benden daha uzun boylu oldu. Leslie çok büyük değil, Winnie ise hayli küçük. Sanıyorum bu sefer sana burdaki bütün haberleri verdim. Senin hayatta olduğunu bilmekten dolayı çok memnunuz. En kısa zamanda evde olmanı diliyorum. Bu hafta Arthur'un Ofisindeydim. Sekreteri izin verdiğinden sana bu mektubu daktilo ile yazdım. Mektubumu sevgilerimle bitiriyorum. Sevgili Kardeşin Lottie Hutchins

(Horace, 18 Eylül 1916 tarihinde Dizanteri hastalığından Adana yakınlarındaki Yarbaşı İstasyonunda ölmüştür.) Amanos'taki Tercüman Pozantı"

***

 

Ankara 'daki Esir Kampında bulunan İngiliz Esiri Fed'e, annesi ve babası tarafından yazılan mektup (1916)

"Sevgili Fed, Bu hafta Kızıl Haç kurumundan senin Ankara'da olduğun haberini aldık, fakat geçen Haziran' dan beri senden mektup alamadık. Sen Şam'da hastanedeyken, Bert Anstin senin hakkında bir mektup yazdı. Ayrıca sana JVorcester'dan "İhtiyaç Fonu"'ndan geçen Pazartesi bir paket gönderildi. Sana buradan direkt gönderemediğimiz için gelecek hafta ihtiyaçların için para da göndereceğiz. Burada hepimiz çok iyiyiz ve senin bize zamanı ve durumunu anlatmanı umut ediyoruz. Eğer istediğin bir şey olursa, sana göndeririz. Burada havalar çok kötü, karlı ve buzlu.

Bir iki satır olsa da yaz Seni seven Annen ve Baban.

W ve R Poohittle Gyl House Furm Bewalley Horcestershire England"

***

Pozantı Bilemedik'deki Esir Kampında Bulunan İngiliz Esiri Ernest Jınks 'E Asker Arkadaşı Tarafından Yazılan Mektup (1916)

"Kurtuluş Ordusu Kumanda Karargâhı Er Ernest Jinks Sevgili Yoldaş, İnanç yolunda ruhen ve bedenen iyi olduğunu umuyoruz. Sen ve senin gibiler için dua ediyor ve sevgili Tanrımızın seni ellerinin içinde geniş rahmeti içinde koruyacağına inanıyoruz. Biliyorum ki, mektubum kısa olmak zorunda. Sevgili karın ve çocuğun iyiler. Eğer senin için yapabileceğimiz bir şey varsa, seve seve yaparız. Tanrı seni geniş rahmetinde kutsasın.

Saygılarımızla, Fred E. Edmunds"

Editör: Araştırma Servisi

Beğendim 1 Muhteşem 0 Haha 0 İnanılmaz 0 Üzgün 0 Kızgın 0

Haber Yorumları

Habere Ait Yorum Bulunmamaktadır.

Yorum Yazın

CAPTCHA security code

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

yükleniyor
yukarı çık